Ones
Sorunu sor hemen cevaplansın.
ones teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- birileri
- olan
Örnek Cümle:
Modern arabalar birçok yönden eski olanlardan farklıdır.
-Modern cars differ from the early ones in many ways.
Örnek Cümle:
Daha kaliteli olanlarına sahip misin?
-Do you have better quality ones?
- siraye
- her
- ona
O, ona nerede yaşadığını sordu.
-He asked her where she lived.
Ona kendi odamı gösterdim.
-I showed her my room.
- him
- ona
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank loaned him 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank lent him 500 dollars.
- that
- şu
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
-This is a good book, but that is better.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
-This is a good book, but that one is better.
- you
- sen
Artık seni sevmiyorum.
-I no longer love you.
Artık seni sevmiyorum.
-I don't love you anymore.
- it
- ona
- one
- bir
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
-This is a good book, but that one is better.
Birini tanıyorum da ötekini değil.
-I know one of them but not the other.
- our
- bizim
Bizim restoran en iyisidir.
-Our restaurant is the best.
Bizim ana dilimiz Japoncadır.
-Our native language is Japanese.
- somebody
- birisi
Birisi telefona cevap verebilir mi?
-Can somebody get that?
Birisi telefona cevap verebilir mi?
-Can somebody answer the phone?
- you
- siz
Merhaba, siz Bay Ogawa mısınız?
-Hello, are you Mr Ogawa?
Siz burada bir öğretmen misiniz yoksa bir öğrenci misiniz?
-Are you a teacher or a student here?
- somebody
- {i} biri
Biri onu küvette boğmuştu.
-Somebody had drowned her in the bathtub.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
-There's somebody coming up the stairs.
- us
- biz
- someone
- birisi
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
-Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Birisinin kapıyı çaldığını duydum.
-I heard someone knock on the door.
- one
- {i} tek
Tek yazılması gereken iki kelimeyi, iki ayrı kelime olarak yazmak Norveç'te büyük bir problemdir.
-Writing two separate words when it should be written as one is a big problem in Norway.
Eski tekerlekleri yenisiyle değiştir.
-Replace the old tires with new ones.
- that
- o
- one
- biri
Birini tanıyorum da ötekini değil.
-I know one of them but not the other.
Dünya'nın Ay'dan görüntüsü, 20. yüzyılın ikonik resimlerinden birisidir.
-The view of the Earth from the Moon is one of the iconic images of the 20th century.
- ones equals
- olanlar eşittir
- ones with no reflection in the mirror
- aynada görülmeyenler
- this
- bu
- that
- bağlaç ki
- his
- onun
Onun adı Tomoyuki Ogura.
-His name is Tomoyuki Ogura.
Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
-His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
- them
- onlara
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
-There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Beni öldürmekle tehdit ettiler bu yüzden cüzdanımı onlara verdim.
-They threatened to kill me so I gave them up my wallet.
- me
- bana
- one
- bir rakamı
- us
- bizi
- them
- onlar
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
-Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
-You may choose any of them.
- your
- sizin
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
-Was Ms. Kato your teacher last year?
Ben dün sizin babanıza rastladım.
-I ran into your dad yesterday.
- my
- benim
- it
- o
- that
- bu kadar
Bu kadarı yeter. Ben artık istemiyorum.
-That's enough. I don't want any more.
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
-See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
- my
- (İnşaat) benim N
- his
- eril onun
- that
- (sıfat) öteki
- one
- olan
Fakir, çok az şeye sahip olan değildir fakat çok isteyendir.
-Poor is not the one who has too little, but the one who wants too much.
Yasal bir öpücük çalıntı olanla asla eş değerde değildir.
-A legal kiss will never equal a stolen one.
- her
- o
- him
- o
- him
- kendine
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
-Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
-He said to himself, Will this operation result in success?
- something
- birşey
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
-I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
-I have to help Tom do something tomorrow morning.
- their
- onların
Onların ana dili Fransızca.
-French is their mother tongue.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
-Their trip has been cancelled due to rain.
- her
- onun
Onun elleri buz kadar soğuktu.
-Her hands were as cold as ice.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-He promised to meet her at the coffee shop.
- US
- amerika
- me
- aman!
- one
- {i} birisi
Birisi kötü kelimeler söylememeli.
-One should not say bad words.
Dünya'nın Ay'dan görüntüsü, 20. yüzyılın ikonik resimlerinden birisidir.
-The view of the Earth from the Moon is one of the iconic images of the 20th century.
- this
- bu kadar
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
-I've never woken up this early.
Her gün bu kadar sıcak mı?
-Is it this hot every day?
- her
- onu
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
-I don't know whether you like her or not.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-She promised to meet her at the coffee shop.
- her
- kendine
O kendi kendine mırıldanıyor.
-She is muttering to herself.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
-Emi ordered herself a new dress.
- her
- kendisi
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
-She said NO to herself. She said YES aloud.
Kendisini ateşle ısıttı.
-She warmed herself by the fire.
- her
- ondan
Seni ondan daha çok seviyorum.
-I love you more than her.
O ondan daha akıllıdır.
-He's smarter than her.
- her
- dişil onun
- her
- dişil onu
- her
- {z} dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased
- him
- kendi
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
-He gathered his children around him.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
-He said NO to himself. He said YES aloud.
- him
- onu
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
-His daughter is eager to go with him anywhere.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
-As long as you are with him, you can't be happy.
- my
- vay!
- my
- {z} benim. ünlem O, ...! (Hayret belirtmek için kullanılır.): My, my, how nice you look! O, bu ne güzellik böyle!
- one
- {s} 1. bir: Give me one loquat. Bana bir maltaeriği ver. One hundred and twenty people came. Yüz yirmi kişi geldi. One half of them were crazy
- one
- {i} kimse
Hiç kimse beni anlamıyor.
-No one understands me.
Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez.
-No one shall be arbitrarily deprived of his property.
- one
- bir (sayı olarak)
- somebody
- bir kimse
- something
- biraz
Tom Mary'den yiyecek bir şey alabilmesi için biraz para istedi.
-Tom asked Mary for some money so he could buy something to eat.
Köpeğini besleyecek bir şey almak için biraz paraya ihtiyacı vardı.
-She needed some money to buy something to feed her dog.
- that
- diye
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
-In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
-She is on a diet for fear that she will put on weight.
- that
- için
O, geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı.
-He began to work for that company last year.
Coca-Cola'nın üretildiği ilk yıllarda, o kokain içeriyordu. 1914'te, kokain bir uyuşturucu olarak gruplandırıldı ve sonra Coca-Cola'nın üretimi için kokain yerine kafein kullandılar.
-In the first years that Coca-Cola was produced, it contained cocaine. In 1914, cocaine was classified as a narcotic, after which they used caffeine instead of cocaine in the production of Coca-Cola.
- them
- onları
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
-All of them are just here to pick up girls.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
-Our team defeated them by 5-0 at baseball.
- you
- sana
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
-I will teach you to play chess.
Bu kitabı sana vereceğim.
-I will give you this book.
- his
- zam onunki
- my
- Aman! Olur şey değil Hayret!
- my
- hayret
- my
- ünl
- my
- vay be!
- my
- million years
- my
- vay canına!
- my
- vay be
- something
- falan
Sen bir polis falan mısın?
-Are you a cop or something?
Öğle yemeğin için bir sandviç falan hazırlayacağım.
-I'll fix a sandwich or something for your lunch.
- something
- {i} önemli bir şey
Önemli bir şey biliyor gibi görünüyor.
-She seems to know something important.
Sana önemli bir şey söylemek üzereyim.
-I'm about to tell you something important.
- that
- böyle
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
-I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
-How dare you speak to me like that?
- us
- amerika birleşik devletleri
- something
- bir parça şey
- dull ones's pains
- ağrılarını dindirmek
- her
- kendi
Ona kendi odamı gösterdim.
-I showed her my room.
Yumi oraya kendi gitti.
-Yumi went there by herself.
- his
- eril onunki
- it
- (Bilgisayar) bilişim
- it
- cinsel ilişki
- it
- ebe (oyunlarda)
- it
- ebe (oyunda)
- one
- belirli biri
- one
- adında biri
- one
- bir sayısı
- one
- saat bir
- one
- adam
O, dünyanın en büyük bilim adamlarından biri olarak kabul edilir.
-He's considered to be one of the greatest scientists in the world.
Hiç kimse bu adamlara hakaret etmek istemedi.
-No one wanted to insult these men.
- one
- saat on üç
- one
- insan
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
-That's one small step for man, one giant leap for mankind.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
-That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
- relieve ones's pains
- ağrılarını dindirmek
- this
- (Bilgisayar) belirtilen">(Bilgisayar) belirtilen
- something
- olağanüstü bir şey
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
-Do you want to see something extraordinary?
- air ones views
- fikirlerini açmak
- beat ones brain
- kafa patlatmak
- behind ones back
- gıyabında
- behind ones back
- birisinin arkasından
- beneath ones dignity
- -e yakışmaz
- blow ones stack
- öfkelenmek
- her
- (dişil) onu
- him
- (eril) onu
- his
- (eril) onun
- it
- (oyunda) ebe
- it
- onu
- me
- beni
- me
- mi
- me
- ben
- my
- aman!
- one
- bir tane
Saatimi kaybettim, bu yüzden bir tane almak zorundayım.
-I lost my watch, so I have to buy one.
Ofiste bir tane satın almak zorundasın.
-You have to buy one at the office.
- one
- aynı
İki insan her zaman aynı görüşe sahipse, bunlardan biri gereksizdir.
-If two men always have the same opinion, one of them is unnecessary.
Bu kaybettiğim kamera ile aynı tip kamera.
-This is the same type of camera as the one I lost.
- somebody
- önemli birisi
- something
- (hiç yoktan iyi) bir şey
- something
- bir şey
Sana küçük bir şey getirdim.
-I've brought you a little something.
Bana yapacak bir şey ver.
-Give me something to do.
- take into ones mind
- ısrar et
- that
- ki o
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
-My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
Ne yazık ki o yatakta hastaydı.
-I regret to say that he is ill in bed.
- that
- o kadar
John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.
-John was in such a hurry that he had no time for talking.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
-He is such a bad person that everybody dislikes him.
- that
- öylesine
Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
-It was such a hot day that we went swimming.
Linda'nın hayal kırıklığı öylesine fazlaydı ki gözyaşlarına boğuldu.
-Such was Linda's disappointment that she burst into tears.
- that
- -dığı
- that
- adl.şu
- someone
- biri
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
-Someone has ripped out the first three pages of this book.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
-A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
- something
- {i} 1. bir şey: She wants something brighter. Daha frapan renkli bir şey istiyor. Can I get you something to drink? Size içecek bir şey
- One's
- -nin
- You
- istediğin
- bide ones time
- fırsat kollamak
- do ones best
- do olanlar iyi
- dragging ones feet while moving
- taşırken olanlar ayaklarını sürüyerek
- establishing ones livelihood
- olanlar geçim kurulması
- have the time of ones life
- hayatın kendisi zamanımız var
- having ones throat slit from side to side
- yan taraftan sahip olanlar boğazını kesmedim
- it
- (Bilgisayar) (ınformation Technology - İT) Bilgi Teknolojisi
- it
- (ınformation technology) Bilgi teknolojisi
- keep ones fingers crossed
- tutmak olanlar parmak çarpı işareti
- lose ones head
- olanlar kafa kaybetmek
- lose ones temper
- olanlar öfkelenmek
- make ones living
- yapmak olanlar yaşam
- make up ones mind
- aklın kendisi makyaj
- me
- bana kalırsa
- me
- Dear me! Olur şey değil!
- me
- bendee
- off ones feet
- olanlar kapalı feet
- one
- bir tanesi
- one
- birine
Tom kuralların birine uymadı ve okuldan atıldı.
-Tom broke one of the rules and was kicked out of school.
Onların her birine bin yen verdim.
-I gave them one thousand yen each.
- pick up the fruits of ones hard work
- sıkı çalışmanın mükafatını görmek
- plight ones troth
- evlenme sözü vermek
- protecting ones territory
- olanlar topraklarını korumak
- smb
- etmek
- smb
- konuk olmak
- somebody
- {i} kimisi
- someones
- birileri
- something
- birşeyler
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
-I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
-I have to help Tom do something tomorrow morning.
- sweep somebody off ones feet
- (deyim) (sweep somebody off öneş feet) Birinin ayaklarını yerden kesmek, birini çok heyecanlandırmak
- that
- yaptığı
- the ones
- rayi
- them
- onlardan
Güneşin etrafında dönen dokuz gezegen vardır,Dünya onlardan biridir.
-There are nine planets travelling around the sun, the earth being one of them.
Onlardan kaç tanesinin yardıma ihtiyacı olduğunu bilmiyordum.
-He did not know how many of them needed help.
- this
- böyle
İşte ben İngilizce'yi böyle öğrendim.
-This is how I learned English.
Böyle kirleticiler çoğunlukla otomobil motorlarındaki yakıt tüketiminden kaynaklanmaktadır.
-Pollutants like this derive mainly from the combustion of fuel in car engines.
- throw ones weight about
- Gücünü hissettirmek
- to leave a bad taste in ones mouth
- olanları ağzı kötü bir tat bırakmak
- to pull up ones socks
- çorap olanlar yetişmek
- to satisfy ones curiosity
- merakını gidermek
- to take ones dick
- kendisi almak dick
- to thrash ones opponent
- rakip olanlar thrash
- to turn something over in ones mind
- kendisi de zihin bir şey devralmana
- to warm ones feet
- ayak olanları ısıtmak için
- us
- bizimle
- us
- bizden
- which ones
- hangilerinin
- you
- sende
Senden oldukça memnunum.
-I am pretty pleased with you.
Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
-The difference is this: he works harder than you.
- you
- sizleri
- you
- sizden
Ben sizden özür dilemeliyim.
-I must beg your pardon.
Sizden henüz bir cevap almadım.
-I have received no reply from you yet.
- SB
- (Askeri) yedek üs (standby base)
- column of ones
- (Askeri) Birerle kol düzeni
- do you have ones of a smaller size
- bir numara küçüğü var mı
- him
- eril onu
- him
- His veya Her Imperial Majesty
- his
- onunki
Bu araba onunki gibi görünüyor.
-It looks like this car is his.
Bay Petro ve eşi çocuklarımı çok seviyor; ben de onunkileri çok seviyorum.
-Mister Petro and his wife love my children a lot; I love theirs a lot, too.
- his
- {z} eril onunki; onun: I don't want his. Onunkini istemiyorum. That dog's his. O köpek onun. Take his outside. Onunkini dışarıya çıkar. s
- it
- cazibe
- it
- ilişki
- it
- çekicilik
- it
- şahsiyet
- it
- {i} (oyunlarda) ebe
- it
- önemli kimse
- little ones
- yavrular
Ertesi sabah Beyaz Ördek, yavrularını arayarak göletin etrafında dolandı durdu; isimleriyle seslendi, aradı taradı ama onlara dair hiçbir ize rastlayamadı.
-The next morning the White Duck wandered round the pond, looking for her little ones; she called and she searched, but could find no trace of them.
- one
- kişi
Daha sonra bir kişi daha bize katılıyor olacak.
-One more person will be joining us later.
Yüz elli kişi maraton yarışına girdi.
-One hundred and fifty people entered the marathon race.
- one
- herhangi biri
Bizden herhangi biri onu yapabilirdi.
-Any one of us could do it.
Herhangi biriniz arkadaşlarımdan biriyle çıkmakla ilgilenir misiniz?
-Would either of you be interested in going on a blind date with one of my friends?
- one
- one and all hepsi
- one
- one by one birer bire
- one
- bir şilin altı peni
- one
- bir: Give me one loquat. Bana bir maltaeriği ver. One hundred and twenty people came. Yüz yirmi kişi geldi. One half of them were crazy
- one
- one and sixpence eski
- one
- one another birbirlerini
- one
- her biri
Her birinize inancım var.
-I have faith in each and every one of you.
Onların her biri o filmi izlemeye gitti.
-Every one of them went to see that movie.
- one's
- nin
- one's
- birinin
Birinin ününü sürdürmek zordur.
-It is hard to maintain one's reputation.
Birinin adını daha sonraki kuşaklarda yükseltmek ve böylece birinin ebeveynlerini övmek, bu anne babaya saygının en büyük ifadesidir.
-To raise one's name in later generations and thereby glorify one's parents, this is the greatest expression of filial piety.
- s.b
- fen fakültesi mezunu
- sb
- antimon
- somebody
- {i} önemli kimse
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
-I am somebody and I am important.
- somebody
- {z} biri, birisi, bir kimse: Somebody telephoned you. Biri sana telefon etti. i., k.dili. önemli biri, hatırı sayılır biri
- somebody
- şahsiyet
- somebody
- bazısı
- somebody
- kimse
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
-I'm looking for somebody who understands French.
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
-He thinks he is somebody, but really he is nobody.
- somebody
- büyük şahsiyet
- somebody
- hatırı sayılır kimse
- someone
- bir kimse
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
-A certain someone is being awfully fragile today.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
-He wasn't someone you'd suspect.
- someone
- şahsiyet
- someone
- önemli kimse
- someone
- kimse
Birinin kafasından neler geçtiğini kimse kesin olarak bilemez.
-No one ever really knows what's going through someone else's head.
Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
-You can't shake someone's hand with a clenched fist.
- something
- bir şey: She wants something brighter. Daha frapan renkli bir şey istiyor. Can I get you something to drink? Size içecek bir şey
- that
- öteki
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
-This car has a better performance than that one.
- that
- ki
- these are the main ones
- başlıcaları şunlardır
- these are the primary ones
- başlıcaları şunlardır
- this
- işbu
- those ones
- onlar
- tie ones hair up
- saç toplamak
- you
- sizi
Bu otobüs sizi müzeye götürecek.
-This bus will take you to the museum.
Sizin hangi tür şarabınız var?
-What kind of wine do you have?
- you
- size
Ben size seve seve yardımcı olacaktım, sadece şimdi çok meşgulüm.
-I would gladly help you, only I am too busy now.
Size patatesleri haşlayacağım.
-I'll boil you the potatoes.
İlgili Terimler
ones teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- HER
- (Osmanlı Dönemi) f. Bütün, hep, tamamen
- HER
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir: "Bir hafta, her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi."- H. E. Adıvar
- His
- (Osmanlı Dönemi) VAKŞ
- His
- (Osmanlı Dönemi) RUH
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Arslan yatağı
- his
- Duygu
- his
- Duyu
- his
- Duygu: "Birisi duygularına, hislerine kulak verir, öteki hile ve desise seslerine ..."- B. Felek
- his
- Sezgi, sezme
- his
- Duyu. Sezgi, sezme
- it
- Köpek
- it
- Terbiyesiz kimse
- me
- Göz
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Meşelik
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Deveye ârız olan susuzluk hastalığı
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Kürtçede: Temel, esas
- her
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir
- him
- Eskiden, Bingazi ve Trablusgarp'tan alınan bir çeşit vergi
- him
- Bina temeli
- him
- Derinlemesine eşilen ve duvar örülen çukur
- it
- Köpek: "İt ürür, kervan yürür."- Atasözü
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse: "Babaları da zaten itin biri."- H. Taner
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses
- me
- Evrenin tasarlandığı gibi işlemesini sağlayan kutsal kurallar ve düzenlemeler
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses: "Kara koyun kuzular kuzulamaz / Me deme."- F. H. Dağlarca
- me
- Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek
- me
- Türk alfabesinin on altıncı harfinin adı, okunuşu
- sb
- Antimon elementinin simgesi
İlgili Terimler
ones teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- Once
- plural of one
- ones' complement
- The convention by which bit patterns with high bit 0 represent positive numbers from 0 to 2^{n-1} - 1 directly, while bit patterns with high bit 1 represent negative numbers from 0 to -(2^{n-1} - 1), n being the word size of the machine, and the numeric complement of a number is its ones' complement
Computers that use ones' complement arithmetic have two representations for zero, all 0's and all 1's.
- ones' complement
- The number obtained by subtracting a given n-digit binary number from 2^n - 1 (which yields the same result as the logical complement)
The ones' complement of 0xAAAA is 0x5555 on a 16-bit machine, and 0xFFFF5555 on a 32-bit machine.
- ones-based indexing
- The method of indexing a vector or any data structure implemented using a vector (commonly a string or a multidimensional array) with positive integers; i.e. starting with 1
- ME
- Montreal Exchange, a futures and derivatives exchange (formerly also a stock exchange)
- ME
- Maine, a state of the United States of America
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.